top of page

Tayland'dan Kültürel Deneyimler

Güncelleme tarihi: 19 Haz


Tayland’a çoğu kişi Bangkok’taki eğlence hayatı ya da Phuket taraflarındaki adalarda tatil yapmak için geliyor. Biz ise muson sezonunun başlangıcında olduğumuzdan, Phuket’e gitmemeye karar verdik ve rotamızı kuzeye çevirip ilk olarak Chiang Mai’ye geldik.


Daha havalimanına iner inmez bize yardımcı olmaya çalışan insanlarla karşılaştık. Vietnam’daki mesafeli insanlardan sonra yeniden iletişim kurmak çok iyi hissettirdi.


İlk durağımız Chiang Mai’ydi. Kaldığımız yer, bir smoothie bowl dükkanının üst katındaydı. Meyvelerin içinden eve girmek gerçekten çok tatlı bir başlangıçtı.


Hemen sonrasında, devasa porsiyonları olan, eve çok yakın, lezzetli menüsüyle bizi büyüleyen bir vegan restoran bulduk. Her şey çok güzel ve pozitif başladı.


Uzun süredir Asya’daki kaotik şehirlerden sonra Chiang Mai’nin inanılmaz derecede sessiz, sakin ve boş olması bize çok iyi geldi. Bir yandan aşırı turistik gibi ama diğer yandan bomboş. Biz günleri erken kapattığımız için gece hayatını göremedik ama belki de burası geceleri canlanıyor olabilir. Zaten gündüz dışarıda olmak için hava fazlasıyla sıcaktı.


İlk andaki hissim, garip bir şekilde buranın Amerika’ya benzediği yönündeydi. Biz çoğunlukla Old City kısmında takıldık. Çevresi hala surlarla çevrili. Daha sakin ve yerel bir hissi vardı bu kısmın.



Genel olarak çok dingin bir enerjisi vardı zaten ve bu bana iyi geldi. Etrafta birçok Avrupalı ve Amerikalı vardı ama turistler mi yoksa burada yaşayanlar mıydı emin olamadım doğrusu. Araştırdığımda buraya yerleşen çok yabancı olduğunu öğrendim çünkü. Bana da yaşanılır bir yer hissi verdi.


İnsanların üzerinde hafif bohem ve spiritüel bir hava vardı. Sanatçıların yoğunlukta olduğu bir yer gibi hissettirdi. Mağazalarda satılan kıyafetler bile Tayland’ın genel tarzından daha çok bohem bir tarzdaydı.


Vegan ve vejetaryen mekanlar her yerdeydi.


Yeşillikler içinde harika kafeler, yoga merkezleri, dövme salonları, sokak pazarları, barlar ve çoook fazla tapınakla dolu bir kasaba gibiydi Chiang Mai.


Yemek yemeye giderken sadece 5 dakikalık bir yürüyüşte bile 3-4 büyük tapınak gördüğümüz oldu.





"Bu kadar çok tapınak neden var?" diye merak ettiğimde, 1200’lerde kurulmuş bir krallığın, kralın ve halkın ne kadar erdemli ve güçlü olduğunu göstermek için bu tapınakları yaptırdığını öğrendim.


Sanırım din üzerinden güç gösterisi dünyanın her yerinde bir şekilde yaşanmış.


Bu tapınaklar hala aktif olarak kullanılıyor. Hatta turuncu, tek omuzlu kıyafetler giymiş Budist keşişlerin içerden çıkışına sık sık tanık olduk.


Bu konuyu araştırırken ilginç bir bilgiye daha rastladım: Tayland’da erkeklerin büyük çoğunluğu hayatlarının bir döneminde keşişlik yapıyormuş. Bu, maneviyatlarını güçlendirmek için bir gelenek sanırım.


Bir de şehirde bolca esrar satan dükkan gördük. Tayland’da esrar yasal olduğu için bu çok garip gelmedi.



ree

CHIANG MAİ'DE NELER YAPILIR?

Öncelikle, ilgileniyorsanız dediğim gibi şehirde çok fazla tapınak var ve sokaklar oldukça sakin ve boş. Bisiklet kiralayarak bu sokakları gezmek gerçekten keyifli olabilir.


Ayrıca Chiang Mai’de çok güzel kafeler bulunuyor. Buralarda oturup yerel yiyeceklerin tadını çıkarabilir, ardından bir kahve eşliğinde kitabınızı okuyarak rahatlayabilirsiniz.



ree


Şehrin yakın çevresinde doğa yürüyüşleri yapabileceğiniz yerler, şelaleler, sevimli köyler ve mağaralar var. Zaten şehirde dolaşırken, bu yerlere götüren günübirlik turları sıklıkla görüyorsunuz.


Ama bence Chiang Mai’de yapılacak en özel ve unutulmaz aktivite: fillerle vakit geçirmek.



ree

CHIANG MAİ'DE FİLLERLE BİR GÜN

Bence Tayland’a gelmişken fillerle tanışmak, onlarla bağ kurmak için harika bir zaman. Zaten bu hayvanlar ülkenin milli sembollerinden biri ve Tayland halkı için büyük bir önem taşıyorlar.


Tayland, ağırlıklı olarak Budist bir ülke ve Budizm’de Buda’nın reenkarnasyonlarından birinde fil olarak dünyaya geldiğine inanılıyor. Bu da filleri halk gözünde daha da kutsal bir yere taşıyor.


Fakat burada bir sorun var: Turistlerin ilgisini çekmek için bazı yerlerde filler zorla tutuluyor, eğlence haline getiriliyor ve ağır eğitim süreçlerinden geçiriliyor. Bu fikir bana hiç sıcak gelmediği için bugüne kadar ne bir safariye katıldım ne de sıradan bir fil kampına gittim.


Bunu özellikle belirtmek istiyorum çünkü kendini hayvansever olarak tanımlayan pek çok kişi, sadece kedi ve köpeklere karşı bu duyarlılığı gösteriyor; iş fillere, ineklere ya da başka hayvanlara geldiğinde aynı hassasiyeti sürdüremiyor.


Peki ben ne yaptım? Araştırınca Tayland’da birçok etik fil kampı olduğunu öğrendim. Bunlara fil sığınakları da diyebiliriz.


Bu merkezlerde, doğadan kurtarılmış ve artık kendi başına hayatta kalmakta zorlanan fillere, doğal yaşam alanlarında bakım veriliyor. Eğitim yok, zincir yok, üstlerine binmek yasak, gösteri hiç yok. Sadece onların doğal yaşamına misafir oluyorsunuz. Bu fikir benim çok içime sindi.


İnternetten bir yer buldum ve rezervasyon yaptım. Sabah bizi kaldığımız yerden aldılar. Yaklaşık 1,5 saat süren orman yolculuğunun ardından fillerin yaşadığı alana ulaştık. Daha ilk anda filler etrafta özgürce dolaşıyordu ve ben bu dev tatlılıklara ilk görüşte vuruldum. O kadar güzellerdi ki, bu dünyadan değilmiş gibi.


Başta bize nasıl davranmamız gerektiğine dair kısa bir bilgilendirme yapıldı. Asya filleri, Afrika fillerine göre daha küçükmüş. Zaten insanlar da daha küçük, Asya'da her şey biraz daha minik gibi sanki.


Sonrasında fillerle yürüyüş yaptık, onları besledik, suya girdik, birlikte vakit geçirdik ve bol bol gözlemledik. Bence bu, bir filin size gösteri yapmasından çok daha değerli bir deneyimdi. Bu yüzden başlangıçta "lütfen fillere sarılmayın" diye uyarmalarını sonradan çok iyi anladım. Çünkü gerçekten öyle tatlılar ki, insan kendini zor tutuyor.


Günün sonunda bambudan yapılmış kayıklarla kısa bir nehir turu yaparak dönüş yoluna geçtik. Bizi tekrar konakladığımız yere bıraktılar.


YA DOM

Fil kampındayken Taylandlıların sürekli kokladığı “Ya Dom” adlı bir şeyle tanıştım. İçinde mentol, karanfil gibi yoğun kokulu maddeler bulunuyor. Buraya gelirseniz insanların ellerinde sürekli kokladıkları küçük kutucukları mutlaka görürsünüz. Her yerde hazır şekilde satılıyor.


Ya Dom’un bunaltıcı sıcakla baş etmeye, burun tıkanıklığını açmaya, konsantrasyonu artırmaya, baş dönmesine ve strese iyi geldiği söyleniyor.


Açıkçası ben bu şeyin bağımlısı olmaya çok meyilliyim! Bir kez denedikten sonra elimden düşmez oldu. Tayland’dan ayrılmadan önce yanıma bol bol aldım tabii ki.



ree

BANGKOK

Chiang Mai’den Bangkok’a kısa bir uçak yolculuğuyla geldik. Bu arada Asya’daki uçak firmaları oldukça ucuz ama bir o kadar da kalitesiz, onu da söylemeden geçmeyeyim.


Havalimanından kalacağımız yere doğru tren gibi bir araca bindik. Şehrin biraz tepesinden ilerlediği için ilk izlenimimizi yukarıdan gördüğümüz manzara oluşturdu: Burası inanılmaz büyük!

1 aydır küçük şehirlerde dolaştığımız için son durağımızın koca bir metropol olması ilk bakışta bizi baya etkiledi. Gökdelenler, yeşil alanlar, küçük binalar, ara sokaklar, dev yollar... Hepsi birbirine karışmıştı ve şehir fazlasıyla sıkışık görünüyordu.


Konaklama seçerken metroya yakın merkezi bölgelere baktık ve Silom’da bir yer ayarladık. Akşam yemeği için dışarı çıkalım dedik ama büyük bir problemle karşılaştık: Burada etsiz yemek yok!

Yaşadığımız bölgede bırak vegan & vejetaryen restoranı, menülerde doğru düzgün etsiz bir seçenek bile yoktu. İlk gün “neyse pizzayla idare edelim, sonra diğer bölgelerde yeriz” dedik ve eve yakın bir pizzacıya gittik. Orada bile etsiz tek seçenek Margarita’ydı.


Sonra hadi biraz şehri keşfedelim dedik.

Taylandlı bir arkadaşıma geleceğimizi söylemiştim, artık Tayland’da yaşamasa da bizim için gezmek isteyebileceğimiz yerlerin bir listesini çıkardı. Listede AVM'ler olması bana başta komik geldi. Yani Türkiye'ye gelecek bir turiste gezmesi için AVM önermezdim açıkçası. Ama araştırınca Bangkok’taki AVM’lerin biraz daha turistik tasarlandığını fark ettim. Mimarileri, konseptleri, içindeki aktivitelerle birlikte burada alışveriş merkezleri turistik yerler olmuş.


Listeden bir tanesini seçtik: Asiatique. Daha az turistik bir bölgede, nehir kenarında, daha çok açık gece pazarı hissinde bir yere benziyordu.

Taksiyle mi gitsek, toplu taşımayla mı derken, “hadi yürüyelim, yorulursak bineriz, biraz şehri keşfetmiş oluruz" dedik. Yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüş oldu bu. Sokaklardaki farklı manzaraları izlerken zaman nasıl geçti anlamadık.



Yollarda o kadar fazla sokak yemekçisi vardı ki, “herhalde buradaki evlerde mutfak yok” diye düşündüm. Ama diğer yandan da “adım başı sokak yemeği olan bir yerde hiç mi etsiz yemek bulamazsın Eda?” diye de içimden geçirdim.


Bir diğer dikkat çeken şey: inanılmaz fazla masaj salonu ve terzi vardı. Masaj salonlarının önünde genelde kadınlar oturuyordu. Ama Tayland’da bazı masaj salonlarının farklı amaçlarla da kullanıldığını öğrendiğimiz için hep bir soru işareti kaldı kafamızda.

Gezinin diğer kısımlarında bu kadar fazla karşılaşmadık. Muhtemelen bölgesel olarak bazı şeyler gruplanmıştı ve o günkü güzergahımızda bunlar toplanmıştı. Masaj salonları yine vardı ama biraz daha farklıydı; terziler ise diğer bölgelerde azaldı.


Genel olarak gerçekten kaotik bir yerdi. İstanbul’dan bile daha kaotik hissettirdi bana. Hangi muhitteyiz, neyin içindeyiz çözemedim.


ree

Her şey iç içeydi: Aralarda aşırı süslenmiş tapınaklar görüyoruz, hemen sonra esrar dükkanları çıkıyor karşımıza. Lüks restoranların yanından geçiyoruz, birkaç adım sonra dev bir pazar alanı gibi sokak yemeği standları. Etrafta fareler, hamam böcekleri görüyoruz ama bir yandan da koca gökdelenlerin ortasındayız. Gerçekten çok ilginç bir deneyimdi.


Nihayet AVM’ye vardık. Diğer AVM’ler biraz daha lüksken burası daha ucuzdu. Alışverişe pek ilgimiz olmadığı için bir ara “biz burada ne yapıyoruz” diye düşündük. Sonra hediyelik eşya bakalım dedik ama çok da beğenmedik.

O yüzden ortamı gözlemlemeye başladık: Dev dönme dolaplar, gösteri alanları, nehir kenarında tekne gezilerine katılmak için sıra bekleyen kalabalıklar, yemek alanları... Eğlenceli gibiydi ama biraz kalabalıktı da.

Sonunda, bir AVM görmenin bize yeteceğine karar verdik ve günü kapattık.


ULAŞIM

Gideceğimiz yerlere nasıl ulaşacağımızı biraz araştırdık. Genel olarak iyi bir metro sistemi, otobüsler, taksiler ve tuktuklar var. Motor taksiler burada ne kadar yaygın, emin olamadım; diğer şehirlerdeki kadar dikkatimi çekmedi doğrusu.


Biz çoğunlukla metro kullandık. Ulaşım için bir kart alıp Türkiye’deki gibi para yükleyerek kullanabiliyorsunuz ya da her seferinde jeton alarak da binebiliyorsunuz. Jetonları makinelerden alıyorsunuz; ineceğiniz durağı seçtiğinizde mesafeye göre bir ücret belirleniyor.

İlk binişimde jetonu girişte kullanıp aynı yerin çıkışında attım. Meğer çıkacağınız metro durağından çıkmak için jetonu tekrar okutmak gerekiyormuş. Büyük ihtimalle bu şekilde kaç durak gittiğinizin kontrolünü sağlıyorlar. Benim gibi jetonunuzu atmayın, uyarayım.


ree

Metrolarda hoşuma giden iki şey vardı: İnternetin çekiyor olması ve insanların sıraya girerek metroya binmesi. İstanbul’da hasretini çekeceğim şeyler arasında…


Otobüs hiç kullanmadık ama nakit ödeme kabul edildiğini okumuştum.

Tuktuklar ise bana ulaşım aracından çok turistik bir aktivite gibi geldi. Hem daha konforsuzlar hem de genellikle daha pahalılar. Taksiler klimalı, daha rahat ve çoğu zaman daha ucuz. Hatta 2-3 kişiyseniz metrodan bile uygun fiyata gelebiliyor. Biz hep Grab uygulamasıyla çağırdık, sokaktan çevirmeye güvenemedik. Çünkü Türkiye’deki gibi turistlere küçük oyunlar yapıldığını okuduk.


Taksilerle ilgili küçük bir uyarım olacak: Ücreti, taksiyi çağırırken mesafeye göre belirliyorsunuz. Bu yüzden trafikte kalsanız ya da farklı bir yoldan gitseniz de aynı ücreti ödüyorsunuz, bu açıdan ekonomik. Ama bazı bölgelerde trafik gerçekten İstanbul’u bile aratıyor.

Havalimanına dönüşte sadece metroya ulaşana kadar taksi kullandık fakat o kısacık yol bile trafikten ötürü o kadar uzadı ki, geç kalacağız diye panikledik. Bu yüzden aceleniz varsa metro çok daha güvenli bir tercih.


Havalimanına erken gitmeyi de unutmayın. Gerçekten çok büyük bir alan. Check-in yaptıktan sonra, uçağa bineceğimiz kapıya varmamız bile neredeyse yarım saat sürdü. Bu bilgiyi de araya sıkıştırmak istedim.


Kullandığımız son ulaşım aracı da Chao Phraya Nehri üzerindeki botlar oldu. Turistler genelde turistik botlara ya da yemekli cruise gemilerine biniyor ama bana çok anlamlı gelmedi. Hem yemekler kötüymüş, hem ortam kalabalık.

Onun yerine toplu taşıma botlarına binip nehir boyunca bir uçtan diğer uca gitmek çok daha keyifliydi. Yerel halkla birlikte yolculuk yapmak, onların hayatına katılmak bana çok daha cazip geldi. Üstelik oldukça ucuzdu.

İstanbul’daki Boğaz turları yerine Boğaziçi vapur hattına binmek gibi düşünebilirsiniz.



YEMEK ÖNERİLERİ

Tayland’da en sevdiğim yemekler Pad Thai ve Khao Soi oldu. Vietnam’da da, burada da pirinç ağırlıklı ve bol soslu bir yemek kültürü hakim. Yine vejetaryen menüler çoğunlukla tofu içeriyor. Vietnam'da biraz daha sulu yemekler vardı; Tayland’da ise bu kadar sulu değil ama sokak yemeği kültürünün çok daha yoğun olduğunu fark ettim.





Gerçekten inanılmaz et ağırlıklı besleniyorlar. Genelde çubuğa saplanmış et ürünleri görüyorsunuz. Sokaklar sürekli yemek kokuyor çünkü her yerde yemek var. 5-10 metrede bir başka bir sokak satıcısına denk geliyorsunuz.



ree


Chinatown gibi bölgelere gidince bu sokak yemekleri deniz ürünlerine ve böceklere evriliyor. Türk damak tadına çok uygun olduğunu sanmıyorum.


Bangkok, başta vegan ya da vejetaryen yemek bulmakta en çok zorlandığım şehir oldu. Biz Silom’da konaklıyoruz. Burası şehrin gökdelen ve iş merkezi bölgesi gibi; biraz Levent-Mecidiyeköy kaosu var. İlk gün bu bölgede pek bir şey bulamadık. Fakat şehrin farklı bölgelerini gezdikçe alternatifler arttı ve işimiz kolaylaştı.


Sevdiğim birkaç restoran önerisini yazının sonuna ekleyeceğim ama burada ayrıca çok sevdiğim, küçük açlık anlarımızı kurtaran bir şeyden daha bahsetmek istiyorum: 7-Eleven.


Burada her adımda karşınıza çıkan bir market zinciri. İçeride kapalı paketlerde küçük tostlar satılıyor ve ben gerçekten lezzetini çok sevdim. Bu tostları kasada ısıtıp, sıcacık bir şekilde hemen yiyebiliyorsunuz.

Ne zaman acıksak ama yemek yiyecek vaktimiz olmasa ya da yeni bir yer aramaya üşensek, doğruca 7-Eleven’a koşuyorduk. Aklınızda olsun.


ree

Yemek kültürüyle ilgili beni en çok zorlayan şeylerden biri de şu oldu: Türkiye’de protein ihtiyacımı genellikle baklagillerden karşılamaya alışmıştım. Fakat burada neredeyse hiç baklagil kullanılmıyor. 1 aydır Asya’daydık ve sadece birkaç salatada edamame gördüm. Onun dışında yalnızca tofu vardı.

Bali’deyken tempeh, güzel bir kurtarıcıydı ama oradan ayrıldığımızdan beri hep karbonhidrat ağırlıklı, proteinsiz bir beslenmeye geçtik ve bu da vücudumuzu biraz yormaya başladı.

O yüzden her sabah 7-Eleven’a gidip proteinli sütle güne başlamak gibi bir alışkanlık edindik.


KOCA BİR METROPOL

Bangkok gerçekten devasa bir şehir. Her yerini gezmek mümkün değil. Biraz İstanbul gibi…

Biz bol bol yürüdük, hiç planlamadığımız sokaklara dalıp kaybolduk. Ama tam da bu yüzden şunu çok net hissettim: Nasıl ki İstanbul’un içinde sanki onlarca farklı şehir varmış gibi geliyor ya; her semt ayrı bir dünya, ayrı bir ruh taşıyor, Bangkok da aynen öyle. Her köşesi bambaşka bir atmosfer sunuyor. Bir sokakta lüks gökdelenler, biraz ileride gece pazarı, sonra tarihi bir tapınak... Bütün bu zıtlıklar iç içe geçmiş ve ortaya karmaşık ama çok ilginç bir şehir dokusu çıkmış.



CHATUCHAK

Burası hem Taylandlı arkadaşımın önerdiği gezilecek yerler listesindeydi hem de başka bir arkadaşımın oradan almamızı istediği bir siparişi vardı, o yüzden yola koyulduk. Yine klasik bir AVM bekliyordum ama bizi Mısır Çarşısı’nı andıran pazar alanı gibi bir yer karşıladı. Onlarca dükkan, yarı açık yarı kapalı alanlara yayılmış. Her yere girip çıkmak neredeyse imkansızdı, gerçekten devasa bir yerdi.


Gittiğim yerlere önceden bakmama alışkanlığım sayesinde sürekli şaşırmaya devam ettim.



ree


Biraz alışveriş yaptık, sonra arkada kapalı bir AVM ile devam ettiğini fark ettik. Sıcaktan yorgun düşmüştük, biraz dinlenelim diye içeri girdik ve ilginç bir şeyle karşılaştık: Kedi ve köpek sevme dükkanları. Evet, gerçekten. Ücret ödeyip ayakkabını çıkararak içeri giriyorsun; ister kedi, ister köpek odası. İçeri gir, sev, çık. Bize çok garip geldi.

ree

Bu deneyim bize başka bir şeyi daha fark ettirdi: Tayland’da kaldığımız süre boyunca kimsenin köpek gezdirdiğini görmedik. Evcil hayvan beslemek gibi bir kültürleri yok gibi, ya da bizim gözümüze hiç çarpmadı.


AVM’den çıkınca şehir kalabalığı biraz fazla gelmeye başladı, hemen arkasındaki devasa parka geçtik. Şehrin ortasında adeta bir orman gibiydi. İlginç olan şu ki hafta sonu olmasına rağmen neredeyse kimse yoktu. Buranın halkı doğadan çok alışverişi tercih ediyor gibi.



ree


Parkta yürürken hayatımızda ilk defa komodo ejderi gördük! Sonra sincaplar, kuğular, gölde yüzen dev balıklar, kaplumbağalar… Biraz doğa, biraz huzur, iyi geldi açıkçası.



Parktan sonra, yakın olduğu için Ari semtine geçtik. Burası daha nezih, daha sakin bir yerdi. Binalar daha alçak katlı, sokaklar daha düzenliydi. Vegan restoranlar da bulabildim burada. Biraz soluklanmak için ideal bir bölgeydi.


SİLOM

Kaldığımız bölge, yani Silom, aslında hoştu. Fakat pazartesi sabahı işe giden insanların arasına düşünce tatilimizin sonuna geldiğimizi fark ettik. Birden Mecidiyeköy metrosunda sıra beklediğim günlere döndüm.


İşe giden insanları sabah ve öğle aralarında bol bol gördük. Hepsi ellerinde şeffaf poşetlerle, civardaki sokak yemekçilerinden torba torba öğünlerini alıyordu. Sıvı yemekler bile bu poşetlerin içindeydi.


Şehirden ayrılacağımız gün, Silom’un ortasındaki Lumphini Park’ta yürüyüşe gittik ve gerçekten gökdelenlerin ortasında böyle bir nefes alma alanı olması çok hoşumuza gitti. Biraz New York’taki Central Park havası vardi, yüksek binalar ve kocaman bir park yan yana.



Parkın içinde güzel bir göl ve yine birçok hayvan vardı. Gitmeden önce burada da komodo ejderini gördük. Timsahla yılan arası bir şeye benzeyen bu hayvanın, şehrin bu kadar merkezinde özgürce yaşaması çok ilginç geldi.



DİĞER BÖLGELER

Ari, Silom, Chatuchak dışında Bang Rak, Phra Nakhon, Samphanthawong ve Pathum Wan da gördüğümüz diğer yerlerdi ve hepsi birbirinden tamamen farklıydı.


Zenginlik ve fakirlik çok iç içe geçmiş gibiydi, en çok bu dikkatimi çekti. Çok garip ara sokaklara girsek bile birden karşımıza lüks restoranlar çıkabiliyordu. Garipti. Bir de sokaklar bana hiç tekinsiz gelmedi. Gerçekten güvende hissedilebilecek bir şehir gibiydi.


TAPINAKLAR

Bir başka gün ise biraz daha şehrin tarihi yerlerini, tapınaklarını görelim dedik. Bahsettiğim toplu taşıma olan botlarla bu bölgeye geldik. Aslında hepsi nehir kenarında bir yerde toplanmış gibiydi. Tapınak tapınak gezmek gibi bir hevesimiz yoktu doğrusu, şu 1 ayda tapınağa doyduk. İlla o ülkede yapılacak her şeyi yapıp tüketmeliyiz bilinci de eskilerde kaldı bizde. Artık biraz daha deneyimleme ve keyfini çıkarma odaklıyız diyebilirim.


Ama en azından hem mimarilerini hem de kültürlerini daha yakından görebilmek için bir tapınak ziyaret edelim dedik. Wat Pho’yu seçtik. İnanılmaz bir işçilik, çok fazla Buda heykeli ve rengarenk bir mimari vardı.


ree

En çok ilgi gören şey, devasa (gerçekten devasa) yatan bir Buda heykeliydi. Yatan bir Buda’yı tapınağın ortasında görmek ilk başta garip geldi. Meğer bu, Buda’nın nirvanaya ulaşmasını temsil ediyormuş. Hiç aklıma gelmezdi Buda’nın nirvanaya ulaşma anının yatar pozisyonda olması.



Tapınakta ve şehir genelinde keşişlere sık sık rastlıyorsunuz. Turuncu kıyafetleriyle dikkat çekiyorlar zaten. Burada bir keşiş yanımıza geldi, biraz sohbet ettik ve sonra bileklerimize beyaz ip bağladı. Dini bir şey olmadığını özellikle belirtti, sanırım rahatsız olabileceğimizi düşündü. Araştırınca öğrendik ki bu, kötü ruhlardan koruması ve şans getirmesi için yapılan geleneksel bir ritüelmiş. Güzel dileklerde bulundu ve ayrıldık. İpler kendi kendine düşünceye kadar bileğimizde kalacakmış.





Sonrasında nehrin karşı kıyısında, Wat Arun’u gören bir kafede oturduk ve şehrin tadını çıkardık. Wat Arun da diğer popüler tapınaklardan biri. Uzaktan bile işçiliği büyüleyici duruyordu. Wat Arun’un hemen karşısında ise Grand Palace var. Bu bölge gezmek için keyifli. Diğer gittiğimiz yerlerden tamamen farklı bir enerjisi vardı, ama sevdim.


Ayrıca vegan seçenekler bulabildiğimiz bölgelerden biriydi, onu da belirteyim. Herhalde daha turistik olduğu için biraz daha çeşitliydi.


Sadece bir konuda dikkatli olmanızı öneririm: Bu bölgede etraftaki tuktukçular sürekli sizi bir yerlere götürmek istiyor. Okuduğum yorumlarda, insanlara “Orası şu an kapalı, ben seni başka yere götüreyim” gibi yalanlarla kandırdıkları yazıyordu. Dikkatli olun, kanmayın.


Son olarak, hediye arayanlar için farklı bir önerim var. Çok turistik olmayan bir yer olan Amulet Market’e uğrayabilirsiniz. Burada Buda figürlü tılsım kolyeler ve rahipler tarafından kutsanmış objeler satılıyor. Farklı bir hediye arıyorsanız ilginizi çekebilir.


GECE HAYATI

Tayland’ın meşhur gece hayatını merak ediyorsanız, tapınaklardan sonra Khao San Caddesi’ne yürüyerek gidebilir, biraz daha etrafı keşfedebilirsiniz. Araştırmalarımıza göre Sukhumvit 11 bölgesinde de güzel mekanlar var fakat o tarafa hiç yolumuz düşmedi.


Bangkok gece hayatının başka bir simgesi de, birçok filme de konu olmuş olan çatı barları. Gökdelenlerin tepesine kurulmuş bu barlarda manzaraya karşı bir şeyler içmek, şehri yukarıdan izlemek isteyenler için oldukça keyifli bir seçenek olabilir.


Çatıdaki sonsuzluk havuzları da çok meşhur. Hatta bu binalarda birçok otel ve airbnb evi de görmüştük ilginizi çekerse.


Genel izlenimimiz şu: Birçok insan Tayland’a sadece gece hayatı ve alışveriş için geliyor. Bunun nedenlerinden biri de ülkenin yakın geçmişinde yatıyor. Vietnam Savaşı döneminde Tayland, Amerikan askerleri için bir üs gibi kullanılmış. Bu süreçte Amerikan etkisi şehirlerin dokusuna sızmış. Bangkok, Phuket ve Pattaya gibi şehirler, önce askerlerin eğlenmesi için düzenlenmiş, sonrasında ise bu bölgeler turizm merkezlerine dönüşmüş. Amerikalıların zevklerine göre şekillenmiş bir eğlence ve hizmet kültürü gelişmiş diyebiliriz. Hala bu Amerikanvari eğlenme anlayışını şehirde hissediyorsunuz.


Ayrıca Tayland’da esrar yasal, bu da ülkeyi bazı kişiler için daha cazip hale getiriyor. Sokakta birçok esrar dükkanıyla karşılaşmanız mümkün.


Diğer yandan, Tayland’daki seks turizmi de gündemde olan bir konu. Seks işçiliği, bahsettiğim savaş döneminde Amerikan askerlerinin varlığıyla yaygınlaşmış. Ardından ekonomik nedenlerle kalıcı hâle gelmiş. Bugün hala ülkede bu sektör oldukça görünür durumda.


Fakat Tayland’a sadece bu yönüyle yaklaşmak bana kalırsa çok haksızlık olur. Benim gördüğüm Tayland, sadece gece hayatından ibaret değildi. Zengin bir kültür, renkli bir mutfak, doğa ile iç içe şehir yaşamı, kendine has bir ruh... Hepsi bir arada.


Bu ülkeyi bir “parti ülkesi” olarak dar bir çerçeveye sıkıştırmak, Tayland’ın çok katmanlı yapısını ve ruhunu görmezden gelmek olur. Gecesiyle gündüzüyle, kaosuyla huzuruyla çok daha fazlasını sunuyor.


DİKKATİMİ ÇEKEN DİĞER ŞEYLER

– Bangkok’ta insanları genellemek çok zor, çünkü tıpkı diğer büyük metropoller gibi burada da çok farklı profilde insanlara rastlıyorsunuz.


– Tayland’a geldiğimden beri dikkatimi çeken bir diğer konu ise şu: Hava gerçekten inanılmaz sıcak ama kapalı mekânlar da bir o kadar soğuk. Girdiğimiz her yerden titreyerek çıktım. Sadece marketten su almak için girip hemen dışarı fırladığım oldu. Komik ama bir noktada yanıma kazak almaya karar verdim. Zaten hasta olduğum döneme denk geldiği için bu ani sıcak-soğuk geçişleri iyileşmemi iyice geciktirdi diye düşünüyorum.


– En zorlandığım şeylerden biri, belki şaşıracaksınız ama meyve bulmak oldu. Tatilin son gününde, kardeşlerimize birkaç tropikal meyve götürelim istedik ama inanılmaz zorlandık.


Üstelik kredi kartı problemi burada da peşimizi bırakmadı. Birçok yerde hala kart geçmiyor. Zaten meyveler de sadece bazı sokak tezgâhlarında ara ara karşınıza çıkıyor ve elbette buralarda kart kabul edilmiyor. Her köşe başında karşınıza çıkan 7-Eleven marketlerde bile kartla alışveriş yapabilmek için yaklaşık 200 TL’lik bir alt limit gerekiyor. Üstelik o marketlerde de meyve olarak genelde sadece muz bulunuyor. Nadiren küçük paketlerde dilimlenmiş birkaç parça meyve görebilirsiniz, o kadar.


Birkaç büyük market dışında, çoğunda meyve reyonu bile yok. Hatta doğru düzgün bir ekmek reyonu da yok denebilir. Genelde 2-5 dilimlik küçük ekmek paketleri oluyor.


ree

Bizde buğday ve un ürünleri ne kadar yaygınsa, burada da pirinç o kadar baskın. Ekmek ve makarna tüketimi oldukça sınırlı. Açıkçası hiç fırın ya da manav da görmedim. Ama enteresan olan şu ki kurutulmuş meyve bulmak, taze meyve bulmaktan daha kolaydı.


Bazı ara sokaklarda, butik tezgahlarda taze meyvelere denk geldik ama tatilin son günüydü ve neredeyse hiç nakitimiz kalmamıştı. Daha fazla dolar bozdurmak da istemedik. Türkiye’de artık pazarlarda, taksilerde, hatta neredeyse dilencilerde bile kart geçerken, burada sürekli nakit hesabı yapmak bizi biraz zorladı.


ree

Sonunda büyük AVM’lerden birine gidip bir süpermarket bulduk da oradan meyve alabildik. Hayatımda ilk kez bir yerde meyve bulmak bu kadar zor geldi.


Tatlı kültürü de bana oldukça hafif ve sade göründü. Genelde gördüğüm tatlılar arasında pirinçle yapılan ve mango ile servis edilen bir çeşit yerel tatlı vardı, bir de dondurmaya benzer ürünler. Onun dışında çok tatlıya rastladığımı söyleyemem.


TAYLAND'DA CİNSİYET ROLLERİ

Cinsiyetlere atanmış roller ve bu konudaki tabular burada biraz daha esnemiş gibiydi. Mesela lise çağlarında, makyajlı bir erkek çocuğunu arkadaş grubuyla kahkaha atarken görmek ya da cinsiyet geçişi yapmış kişileri markette, kafede çalışırken fark etmek çok sıradandı. Kimsenin garipsediğini de gözlemlemedim.


Zaten Pride Ayı’na denk geldiğimiz için her yerde gökkuşağı bayrakları vardı. Dev AVM’lerin girişlerinde, Starbucks çalışanlarının üniformalarında bile bu semboller vardı. Bu konuda oldukça açık ve destekleyici bir tutum sergiliyor gibiler. Genel olarak da Tayland halkı nazik ve saygılı bir izlenim bıraktı bende.


ree

Tayland’da trans bireylerin günlük yaşamda çok görünür olduğunu da eklemem gerek. Yerel olarak “kathoey” olarak adlandırılan bu bireyler; hizmet sektöründe, mağazalarda, marketlerde rahatlıkla çalışıyorlar. Herkes için görünür ve kabul edilmiş bir yerleri var gibi hissettirdi. Elbette bu görünürlük her zaman tam eşitlik anlamına gelmiyor ama gündelik hayatta ciddi bir normalleşme var diyebilirim.


Aynı şekilde, meslek rollerinin de daha esnek olduğunu gördüm. Çağırdığımız taksilerin çoğu kadındı, parklarda bahçıvanlık yapan kadınları sık sık gördüm. Bali’de de bir sokakta tadilat yapan kadınlar görmüştüm. Asya bu konuda birçok yerden daha ileride gibi geldi.


Son olarak, cinsiyete atanmış renk algısı da epey esnemişti. Pembe okul üniformaları, fuşya pantolon giymiş erkek çocuklar, pembe taksiler… Bunların hiçbirinin yadırganmaması hoşuma gitti.


GENEL İZLENİM

Ben Tayland’ı sevdim. Bangkok onlarca farklı deneyim sunarken, Chiang Mai ise bambaşka bir hissiyat verdi. İkisi de kendi açılarından çok güzeldi.


İnsanlar, büyük bir metropolün içinde olmalarına rağmen neşeli ve kibar görünüyorlardı. Sanırım bu biraz Asya kültürüyle ilgili. Güler yüzlü ve nazik olmanın, kişinin kendi iç huzurunu bulmasıyla bağlantılı olduğu öğretiliyor onlara.


Türkiye’deki mutsuzluğun sadece ekonomik nedenlerle olmadığını buraya geldikten sonra daha iyi anladım. Çok daha fakir yerlerde bile insanlar daha huzurlu ve sakin hissettirdi bana.


Vietnam’a kıyasla Tayland’da dil problemi çok daha azdı. Birçok kişi İngilizce biliyor, bu açıdan daha rahattı.

Sadece konuşma tonları bizim alışık olduğumuzdan biraz daha ince ve tiz, bu bazen yorucu gelebiliyor ama zamanla alışılabilir bir şey bence.


Turistlere fazlasıyla alışık oldukları da belli. Hemen her yerde İngilizce yazılar mevcut. Ayrıca Vietnam’daki gibi kıvırcık saçlarıma fazla bakan da olmadı. Bu tarz şeylere daha alışkınlar sanırım. Bangkok zaten herkesin kendi işine gücüne baktığı, koşturmalı bir büyük şehir.


Tayland’a gelmek isteyenlere kesinlikle öneririm. Benim de ilerde tekrar gelmek isteyebileceğim bir yer oldu. Güneydeki adaları merak ediyorum özellikle. Ama bu sefer daha serin bir sezonda gelirsem daha çok keyif alabilirim gibi.


Kolumda hala o beyaz iplik varken, dönüş yolunda bu satırları yazıyorum. Asya bana çok güzel bir ay verdi. İnsanları, doğası, kültürü… Her şeyi ayrı güzeldi.

Sanırım bir süre rotam bu taraflarda olacak.



Kafe & Restoran Önerilerim


BANGKOK


  • Lay Lao Ari: Yemekler güzel, Michelin kılavuzunda Bib Gourmand kategorisinde bir yer.

  • O’ganic Concept ARI: Gitmek istediğim bir yerdi ama zaman olmadı. Siz göz atabilirsiniz.

  • Kem-Kon Vegan Phahurat: Leziz yemekler.

  • Vegan Pranakhon: Khao San Road’a yakın.

  • The Deck by Arun Residence: Wat Arun ve nehir manzarası için güzel bir yer.



CHIANG MAI


  • Chada Vegetarian Restaurant Chiang Mai: Favori yerim. Lezzetli ve dev porsiyonlar.

  • Chiang Mai Breakfast World: Ortamı güzel.

  • Sweet Home Coffee: Gitmedim ama listemdeydi

  • Reform Kafé – Vegan Garden Restaurant: Ortamı hoş.




    En kısa sürede tekrar görüşmek dileğiyle.

Sevgiler,

Eda Alkılıç


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
San Miguel Alto’da Bir Gece

Flamenko bitti, yıldızlar “haydi manzaraya” dedi. San Miguel Alto’ya tırmandık; grup on beş dakika serbest dolaşma aldı. Ben de bir sokak ressamının önünde, çocuklara alacağım tablolara imza sırası be

 
 
 

Yorumlar


bottom of page