top of page

San Miguel Alto’da Bir Gece




Flamenko bitti, yıldızlar “haydi manzaraya” dedi. San Miguel Alto’ya tırmandık; grup on beş dakika serbest dolaşma aldı. Ben de bir sokak ressamının önünde, çocuklara alacağım tablolara imza sırası bekledim. Fırça şakırtısı, rüzgâr, Granada ışıkları… derken bir sessizlik çöktü. Döndüm: meydan boş. Grup yok.

“Panik yok,” derken fark ettim: Otelin adını almamışım. Fakat beynim bir ekran görüntüsü gibi parladı: “Wi-Fi şifresi için çektiğin fotoğraf!” Telefonun galerisine girdim. Şükür ki lobideki ağın adı ve otelin logosu kadrajda. İz sürücü gibi hissettim.

Karanlık bastı. Bir saatlik mesafe, taksi yok, sadece manzara seyretmeye gelmiş birkaç kişi. Telefon çekmiyor, internet yok. Rehber ilk gün diye sayım yapmamış, beni unutmuş. En büyük talihsizliğim mi? Gruptaki bir diğer kıvırcığın ikimizi de temsil etmesiymiş...

Saat ilerledikçe tepe, taşın hafızası gibi sessizleşti. “Gece 12’den sonra terminalde tek başıma taksiye binmem” diyen ben, polislerin yardımıyla bir taksi bulunca arka koltuğa kuzu kuzu oturdum. Şoför sakin, yol uzun, şehir uyuyor. İçimde garip bir dinginlik: korku yok, huzursuzluk yok. Sadece rehbere minik bir kızgınlık., o da kupkuru bir bisküvi kırıntısı kadar.

Oteli Wi-Fi fotoğrafından bulduk; kapıdan girince lobinin lambaları bir zafer kupası gibi parladı. Ertesi sabah grup hikâyeyi duydu. Rehber mahcup, ben neşeli. “Granada’da kaybolmadım,” dedim, “sadece kıvırcık saçlarımın istatistiksel hatasına kurban gittim.”

Ve kendi kendime not: Bir dahaki sefere önce otelin adını al, sonra manzarayı. Wi-Fi fotoğrafı yedek plan olsun; rehberin sayımı ise… hayırlısı.

Yorumlar


bottom of page